
Başladığı günden beri evleri, telefonları, sosyal medyayı birbirine katan dizi; Kurt Seyit ve Şura. Aklımızı başımızdan alan karakterler, içli hikaye, Rusya’nın enfes doğası ve tabi ki entrika. Bir diziden daha ne isteyebiliriz?
Biz de Geziko olarak boş durmadık ve bu muhteşem dizinin geçtiği toprakları, dizide gördüğünüz en önemli kareleri size tanıtmayı kendimize borç bildik. Karşınızda aşkın şehri St. Petersburg ve aklımızı başımızdan alan kareler:
(Yazıyı, haberin sonundaki müziği dinleyerek okumanız şiddetle tavsiye edilir.)
St. Petersburg Moskova’dan sonra Rusya’nın en büyük şehri. Avrupa’da da 4. sırada. Tam 42 ada üzerine kurulan kültür başkenti, Rusya’nın “Avrupa’ya açılan kapısı” olma amacıyla kurulmuş.
Şehir tıpkı Venedik gibi kanallarla birbirinden ayrılmış. Zaten şehir kurulurken biraz Venedik, biraz Roma olması istenmiş. Doğal yapısı buna çok güzel ayak uyduruyor. Teknelerle yapılan şehir gezileri seyahat için gelenleri büyülerken, yerlisinin alışık olduğu bir rutin. Tıpkı güzel İstanbul’un güzel vapurlarının bize hissettirdiği gibi.
Eğer Rusların tarihi ve kültürünü kısa sürede anlamak istiyorsanız gitmeniz gereken yer fotoğrafta gördüğünüz bina: Russian Museum; yani Rus Devlet Müzesi. Yüzlerce tarihi eseri içerisinde barındıran müze, en az 3 saatlik bir ziyareti hak ediyor.
“Sana neden Kurt diyorlar?”
Bu fotoğrafta ve ilk fotoğrafta gördüğünüz masallardan çıkma binanın adı Church of the Savior on Blood; Türkçe’si Voskresenia Khristova Kilisesi. Dizide Kurt Seyitimiz, Şura’ya şehri gezdirirken bu binaya da uğruyorlar. Hatta ilk diyalogları burada geçiyor. “Sana neden Kurt diyorlar?” 🙂 1930-1997 yılları arasında daha fazla zarar görmemesi için kapatılan kilise, bu tarihten itibaren açılarak, dünyadan birçok insanın şehri ziyaret sebeplerinin en başında yer aldı.
Şehrin tarihi enteresan ayrıntılarla dolu. Şehir kurulurken Çar Petro, bütün taş ustalarının yeni şehrin inşasına yardım etmelerini sağlamak için şehrin dışında kalan tüm Rusya’da taş bina yapımını yasaklamış. Neva Nehri deltasında kurulan şehir aslında büyük bir bataklık alanın dönüştürülmesi ile oluşmuş. Nobel ödüllü yazar Dostoyevski, aynı zamanda yaşadığı bu şehri romanlarında bolca konu etmiş.
Şehir kış aylarında -35 derecelere kadar tırmanıyor. Kışı sevmeyenler için gezmesi epey zor, ama değer. Kışın depresif ruhunu Rus edebiyatında ve sanat eserlerinde uzun cümleler ve tasvirler ile yansıtan ünlü edebiyatçı ve sanatçılar Dostoyevski, Çaykovski, Puşkin ve Gogol da eserleriyle şehri anlamanıza yardımcı olabilir. Ben o depresif ruhu seviyorum, benim için bu şehir kışın ziyaret edilecekler listesinde.
Yazın hava 10-20 dereceler arasında değişiyor. Şehrin tarihi dokusunu kürk mantonun içinden görmeyi tercih etmeyecekler için ideal aylar Haziran, Temmuz ve Ağustos. Mayıs ayı ortasından Temmuz ayı ortasına kadar yaşanan “Beyaz Geceler” esnasında ise 3:00’da doğan ve 24:00’da batan güneş size zaman kavramını unutturacak ve gece gün ışığıyla eğlenme deneyimini tattıracak. Kuzeyin biyolojik saatinizle oynayan güzelliğine hazırsanız, sizi şuraya alalım.
Şehir yüzlerce tarihi esere ve müzeye sahip. Bu müzelerin en önemlilerinden biri fotoğrafta gördüğünüz Kazansky Cathedral. Bu katedral hala kilise olarak da kullanılıyor. Ancak şehrin birçok mekanı gibi burada da fotoğraf çekimine izin verilmiyor. Ruslar işte…
St. Petersburg hikayesi olan bir şehir. Rusya’nın gözlerden uzak kültürünü en derinden hissedeceğeniz enfes bir nokta. Bu blog yazısını, hem benim çok sevdiğim, hem de dizide bolca duyduğumuz harika bir parça ile bitirelim: Tchaikovsky – Swan Lake Suite